15 Temmuz 2008 Salı

Sınır Çizgisi

Fatih BALCI

Murathan Mungan şiirlerinde ve öykülerinde kullandığı çember imgesinin kaynağını anlatırken Mardin’de gördüğü Yezidilerden bahseder. Yezidiler etrafına çember çizildiğinde öleceğini bilse bile çemberin dışına çıkamazlarmış. Nasıl bir korku içlerine yerleştiyse çember onlar için aşılamaz bir sınırmış. Mungan bunu gördüğünde, aslında herkesin kendisine yarattığı çemberler, sınırlar içinde yaşadığını fark ettiğini anlatır.

Çanakkale Belediyesi'nin gerçekleştirdiği “44. Uluslararası Troia Festivali” kapsamındaki etkinliklerden biri olan Sınır Çizgisi/Border Line sergisinin küratörleri Denizhan Özer ve Seyhan Boztepe, sergiyi bizi çevreleyen sınırları anlamak ve bu sınırların nasıl aşılacağı üzerine bir olanak olarak tasarladıkları sergiyi web sitesinde ilan ettiler. Serginin ülkeler, kültürler arası bir diyalog için zemin oluşturmasının amaçlandığı; sanatçıların birbirlerini tanıyacakları, çalışma biçimlerini, yöntemlerini paylaşacakları bir ortamın yaratılmaya çalışıldığı özel sohbetler sırasında dile getirildi. Tüm bunların yanında sergi, merkez ve periferi ilişkisini kırmak, sanatın en güncel formlarıyla şehre nüfuz etmesinin sağlanması gibi yan amaçları da içinde barındırıyordu.

Seksen beş sanatçının yer aldığı serginin katılımcı dağılımına ve sergilenen çalışmalara baktığımızda amaçlara uygun bir yol izlendiğini söylemek mümkün. Sergi İngiltere, Azerbaycan, İsrail, Özbekistan, Japonya, Lübnan, İzlanda, Gürcistan, Fransa, Kanada, Almanya Rusya Federasyonu, Yunanistan, Polonya gibi oldukça farklı ülkelerden katılımcıları bünyesinde topladığı gibi Türkiye'den katılımlarda, İstanbul merkezli üretim yapan sanatçılar yanında çok çeşitli illerde üretimlerini sürdüren sanatçıların seçilmesine dikkat edilmişti. Aynı mantık davet edilen sanatçı kuşaklarında ve sanatsal ürün çeşitliliğinde de izlenmiş gibiydi.

Bedri Baykam, Nacy Atakan gibi Türk Sanatında bir isme ve yere sahip olan isimlerle daha genç kuşaktan sanatçılar bir araya gelebildi. Bu da kuşaklar arası etkileşimi fazla gerçekleştiremeyen Türk Sanatında bu tuhaf sınırın aşılması için uygun bir zemindi. Sergilenen çalışmaların dağılımı açısından da sergi sınırlar arasında dolaşıyordu. Geleneksel sanat yapma biçimlerinden güncel biçimlere ve bunların ara formlarına kadar birbirinden çok faklı tarz ve biçim bir araya geldi. Bu anlamda da hem tarihsel hem de türsel bir döküm gibiydi. Tuval resminin figürden soyuta uzanan farklı biçimlerini görmek mümkün olduğu gibi tuvalin geleneksel yollarının çatallaşmasını da izlemek mümkün oldu. Yani modern boyutlarıyla temsil sorununda devinen tuval resminden bunları aşmaya çalışan ve bunların tamamen dışında kendini konumlandıran postmodern arayışlara kadar birçok çalışma sürtünme yerleri ve dikiş izleriyle bir aradaydı.

Sergide yer alan çalışmalara geldiğimizde öncelikli olarak bu yazının boyutları yüzünden seksen beş sanatçının işlerinin tümünü burada ele almanın mümkün olmadığı belirtmemiz gerekiyor. Ayrıca yine aynı sebepler den uzun analizlerde bulunmakta mümkün değil. Bu yüzden sergideki bazı çalışmaları burada kısaca ele alacağız.

Nurettin Erkan’ın dev boyutlu kuşatıcı resmi figüratif resmin olanaklarını bize yeniden hatırlatması açısından ilginçti, Mustafa Horasan’ın fotoğraf kökenli soyutlamalarıyla sergide yer aldı. Ama resimlerde “ Der Spiegel” sendromu olduğunu belirtmem gerek. Müfit İşler , Yıldız Doyran gibi sanatçılarda Amerikan Soyut Dışa Vurumculuğu'nun arayışlarını hatırlatan tuval resminin kendi iç sorunlara ilişkin plastik arayışları görülüyordu. Bedri Baykam; Ramazan Bayrakoğlu, Gülay Yaşayanlar gibi bir yandan tuval resmini geleneklerine yaslanan ama bir yandan da onu güncel ve politik ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden yorumlamak isteyen deneysellikleri ve arayışları görmek mümkündü. Yine tuval resminin konvansiyonel araçlarını zorlayarak onu farklı bir düzleme taşımak isteyen çalışmalardan biri Nurdan Karasu'nun daha önce Türk sanatında örneklerini gördüğümüz minimalist çalışmalarıydı. Serpil Kapar Kılıç’ın kendi resimsel serüvenini üç boyutlu bir düzleme taşıyarak yaptığı deneysel çalışma ise iki boyutta çözmeye çalıştığı plastik değerlerin üç boyutlu ve denetlenmesi daha zor olan gerçeklik düzleminde çözülme çabası gibiydi.

Tüm bu tuval resmi ve onu aşma denemelerin yanında doğrudan kendini bu geleneğin dışında konumlandırmış güncel stratejileri de izlemek mümkün oldu. Jun İchiro, Fatih Balcı, Mehmet Kavukçu, Maria Sezer, Gül Ilgaz Kent, Bülent Bakan, Cebrail Ötgün, Pınar Yeşilada gibi sanatçılar yerleştirmeleriyle sergiye katıldı. Nancy Atakan, Nazan Azeri, Vicdan Nalbur gibi sanatçılar ise dijital baskılarıyla sergiye katıldılar.

Jun’ichiro Ishii bir dostluk katalizörü olarak gördüğü çay bardaklarıyla gerçekleştirdiği yerleştirmesinde, iplerle astığı çay bardakları arasında insanları dolaşmaya davet ediyordu. Japon sanatının geleneklerin yansıdığı çalışma da sadelik yalınlık ve hafifleme gibi olgular hissediliyordu. Ishii düşündü mü bilmem ama çay bardaklarının arasında gezmek oldukça maharet gerektiriyordu ve dostluğun ne kadar yoğun bir dikkat gerektirdiği bize hatırlatıldı. Ayrıca Kılıç'ın çalışmasıyla aynı sorunu taşıyan bir sorunu vardı bu çalışmanın; zorunlu olarak mekâna yerleştirilen ve bakılması için kapıya açılmış pencereler işleri düzlemleştiriyor ve tek noktalı bakış açısına mahkûm ediyordu. Pencere, Ishii çalışmasını aralarda gezilmesini engelleyerek daralttı. Mehmet Kavukçu daha öncede başka yerlerde sergilediği kürelerini burada kırmızı beyaz yani Türk bayrağının renklerinde yeniden gerçekleştiriyordu. Çanakkale gibi bir şehirde bunun neye tekabül ettiği açıktı elbet. Ancak Kavukçu’nun bu çalışmasını farklı konseptler altında yeniden sergilenmesi bir açmazdı. Kürelerin plastik toplardan oluşturulması çalışmanın farklı yerlere kaymasını getiriyordu. Çünkü bu tür çalışmalarda her objenin yüklendikleriyle anlam oluşumuna katıldığı gözden uzaklaştırılmıştı. Yerleştirme sorununu ise buraya almıyorum. Maria Sezer daha önce de sergilediği video yerleştirmesini burada yeniden kurguladı. Ama çalışma sergi kavramıyla denk düşüyordu. Yaşamın kendisine ait sınırlarını hatırlatan sanatçı, yaşamlarımızın hayat kumsalında görülen ve kaybolan gölgeler olduğunu bize yeniden hatırlatıyordu. Maria’nın çalışması doğu felsefesiyle yakın ilişkiler içeriyordu. Nancy Atakan’ın dijital baskısı bu açıdan Maria Sezer’in çalışmasıyla paralellikler taşıyordu. Benzer bir bakış açısının olumsuz halli gibiydi. Nancy Atakan’da dalga ve parçacık kavramlarıyla bu geçiciliği vurguluyordu. Bu kavramları bir vantilatör imgesiyle birleştirmeyi deneyen Atakan, Sezer’in şiirsel bakışına karşın daha bilimsel ve nihilist bir bakış açısına oturuyordu. Gül Ilgaz Kent, daha öncede araştırmalarının konusu olan, verili bir kültürde kadın olma hallerini bize anlatıyordu: Bir tül perde üzerine geçirilmiş sırttan görünen bir kadın imgesi. Mekânda neredeyse kaybolmuş ve erimiş bu kadın imgesi bu duruma ilişkin bir tespitti. Nazan Azeri daha önce silahlarda yaptığı çimlendirmeleri bu sefer kendinde uyguladığı bir foto performansla sergiye katıldı. Silahlarda negatif bir nesneyi olumlu bir dönüştürmeye uğratan çimlendirmeler bu sefer yaşam ile ölüm arasındaki sınır da yer alan doğal bir dönüşümün hatırlatılmasıydı. Gözden uzak tutulan ölüm kavramının daha estetik bir geri dönüşüydü bu.

Serginin video bölümünde ise oldukça kalabalık bir sanatçı grubu vardı. Video bölümünde Şinasi Güneş dört videoyla yer aldı. “Koyunların peşinde” ve “Anatolia” dikkatleri çeken çalışmalar arasındaydı. Koyunların peşinde tipik bir Şinasi Güneş çalışmasıydı. Normal durumları provoke etmesiyle tanınan Güneş, İskoçya’da da boş durmamış tüm hınzırlığını sergilemişti. Gündelik ve sıradan bir İskoçya bozkırı, Güneş provokasyonuyla bambaşka bir hale dönüşüyordu. Sakin ve huzurlu pastoral görüntü anlamsız gibi görünen bir eylemin ardından capcanlı bir hale dönüşüyordu. Anotolia ise daha sosyolojik tabana oturan bir çalışmaydı. Yurt dışında da epey ilgi bulmuş bu çalışma Anadolu topraklarında kadının başını bağlama biçimlerini ardı ardına gösteriyordu. Bu bir kültürel zenginliğin mi gösterisiydi yoksa “baş bağlamaktaki” hünerimizi mi sergiliyordu Güneş? Jun’ichiro Ishii ipek böceği isimli video çalışmasında da yine ilgiye değer bir performansla karşımızdaydı. Bir wolkswageni geceler boyunca, bir kozaya dönüşene dek iple sarıyordu. Yine Denizhan Özer bu bölümde İngiltere’deki insan ilişkilerini konu aldığı video çalışmasıyla yer aldı. Özer insan ilişkileri yerine kurumlar ve insan ilişkisine dönen yaşamın kendi özüne yabancılaşmasını, renksiz ve rutin insan hareketleriyle geçen günlük hayatı yansıtarak anlatıyordu. Norveçli sanatçı Andreas Tovan’ın çalışmaları da video sanatı adına iyi örnekler oldu.

Seksenbeş sanatçıyı toplam on ayrı mekanda bir araya getiren Sınır Çizgisi adlı serginin ilgiyi ve kutlamaları hakkettiğini söylemek gerek en baştan. Sergi küratörleri Denizhan Özer ve Seyhan Boztepe'nin yanı sıra sergi koordinatörü Burcu Çoştur'un emeklerini gözlemlemiş biri olarak bunu söylemek borçtur. Ancak eksiklikleri de söylemek bir görevdir.

Sergi, ne yazık ki başta düşünüldüğü oranda seyircisiyle buluşamamış ve şehirle diyalogu sınırlı kalmıştır. Bunun belki küratörleri de aşan sebepleri vardır ama gördüğümüz eksiklikler içinde organizasyon ve iş bölümü problemleri başta gelmektedir. Bu serginin yeterince tanıtımının yapılamamasını da beraberinde getirmiş gibi gözüküyor. Serginin şehir insanı ile daha fazla bütünleşememesinin sebebi budur. Bir diğer husus da sergi kavramı ve çalışma içeriklerinin yeterince uyuşmamış olduğudur. Bu gerçi Türkiye’de genel bir sorundur. Küratörlerin katılımcıları kavram üzerinde daha çok düşünmeye ve eğer kavrama uygun belli çalışmaları istenmediyse yeni üretimler konusunda yönlendirici olmaları gerekmektedir.

Bu yıl ikincisi gerçekleştirilen çağdaş sanat sergileri Çanakkale’de güncel sanatın tanıtılması ve yaygınlaşması için önemli işlevlerde bulunmaktadır. Bu önemli etkinliğin eksikliklerini gidererek gelecek yıllarda da gerçekleşeceğini ve kurumsallaşacağını umuyoruz.




Not: 2007 rh+ Plastik Sanatlar Dergisi, Eylül - 43. sayısında yayınlanmıştır.


Fatih Balcı


Jun'ichiro Ishii


Şinasi Güneş "Anadolu"





Yumino Seki

Hiç yorum yok: