15 Temmuz 2008 Salı

Güncel Sanatta İmge Sorunu

Fatih Balcı

"9. İstanbul Bienali" ve bu bienalin bir parçası olarak algılanan yan etkinlikler üzerine gelişen tartışmalarda, çalışmaların sanatsal zayıflılığı, buna paralel siyasal söylemin genişliği, çalışmalar ve bienal kavramı arasındaki temassızlık, sergileme mantığı, mekan seçimi, sanatçıların değerlendirilmesi gibi konular ele alındı. Bu eleştiriler bazen samimi olarak, bazen de yıpratma mantığında gelişti. Bu eleştirilere verilen yanıtlar da pek farklı değildi; yanıtlar genellikle refleks düzeyinde ve mevzileri koruma içgüdüsünde gelişti. Sorunu sanatsal temelde ele alan yazılar sayıca az kaldı.
Kişisel olarak bienalden memnun ayrılanlardan değilim. Eleştirilerin tümüyle ilgilenmiyorum. Burada güncel sanatta yaşanan imge sorunundan, sorunlu imgeden ve bununla ilgili bazı şeylerden bahsetmek istiyorum.
Bunun için de Ferhat Özgür'ün Güncel Sanat Seçkisi Artist-3'de yayınlanan "Güncel Sanatta İmge Yaratma" adlı bir yazısından yararlanacağım. Bu yazıyı eksen alarak, yani gönderme yaparak metnimi geliştirmek istiyorum (Ferhat'ın beni hoş göreceğini umuyorum). Bunu yaparak oldukça "güncel" bir strateji uygulamış olacağım. Çünkü güncel sanat denen olgu, Ferhat Özgür'ün yazısında da "göndermeler sanatı" olarak tanımlanmış ve bunun önemli bir olanak/güç olduğu anlatılmıştı. Bu kuşkusuz ki böyledir, sanatsal olanın artık yeni imgeler üretme konusundaki isteksizliği ve bunun meşru sayılmaması, ancak imgenin geçmiş zamanlardan devşirilmesi ile aşılabilmektedir. Güncel sanatın bu önemli kaynağı, bugünkü sanatın enerjisidir. Aslında bu enerji çoktan sosyal ve tarihsel kullanımını tüketmiş olan, ama çağına ilişkin sanatsallığından asla kuşku duymadığımız o sanat eserinin dokunulmazlığından gelmektedir. Böylece sanatsal olanın kulvarına, ona cevap verme ya da eleştirme olarak kurgulansa bile girilmiş olur. En azından karşılıklı yüzleri birbirine baktığı sürece iki şey de birbirine benzeyecektir. İşte kaybedilmiş sanatsal enerji, başka bir çağdan nasıl alınıyorsa ben de yazıma bir enerji kaynağı bulmuş oluyorum. Ve bunu yapmakla oldukça "güncel" bir şey yaparak kısa sayılacak bir zamanda yazılacak bu yazı için gerekli zemini, enerjiyi ve meşruiyeti sağlamış oluyorum. Ama ben de Ferhat Özgür gibi burada her şeyi ele almanın ve imgeye ilişkin tüm sorunları tanımlamanın çok güç, hatta imkânsız bir iş olduğunu söyleyerek kendime bir çıkış bırakmak istiyorum.
Bu yazıda, Ferhat Özgür güncel sanatta imgeyi tüm rahatsızlık noktalarına karşın yine de savunulması gereken tarihi bir olay olarak anlatıyordu. Yani ortada pek bir sorun yoktu. Son yaşanan tartışmalar ise bize bu alanın hiç de sorunsuz olmadığını bir kez daha gösterdi. Çünkü bu tür bir imge, okunuşu sınırlı, sonuçları bildik, enerjisini hızla tüketip çalışmayı çökerten sonuçlar üretmektedir.

Güncel sanatta imge sorunludur ve bu sorun güncel sanatın doğasından kaynaklandığı gibi, Türkiye'nin kendine özgü şartlarında katlanmaktadır. Güncel sanat sorunludur çünkü bir imkânsızın peşindedir: İmge olduğunu unutmak isteyen bir imge arayışıdır güncel sanat. Bu yüzden kendi bilincinde yarılmalar oluşmuştur. Zenci olduğunu unutmak isteyen Michel Jackson gibi tuhaf bir şeye dönüşebilir her an. Türkiye'de bu sorun katlanmaktadır çünkü her ne kadar güncel sanat yıkıcı bir nosyonla doğmuş olsa da, bu yıkıcılık ve reddi miras tavrı bile Batı Sanatının kendi dinamikleri içinde şekillenmiştir; bu anlamda kesintisiz bir sürecin parçası olarak gelişmiştir ve paradokslarına karşı kendi geleneğinin içindedir hala. Türkiye'de ise batılı anlamda sanat, aktarma mantığında gelişmek zorunda kaldığı için, bu karakter güncel sanat formlarının içine de girmiştir. Bu sanatın neyi ele alıp tartıştığı, bu konuların bizi ne kadar ilgilendirdiği fazla araştırılmamıştır. Olay bununla da sınırlı kalmamış, bu sanat yapma biçiminin çevresinde toplanan sanatçılar, yerleşik iktidar ilişkilerini dağıtıp, bir açılımı gerçekleştirmişlerdir. Böylece sanat için yeni bir soluk alma alanı açmayı başarmışlardır. Ama daha sonra başka bir iktidar biçiminin de kurulması gecikmemiştir (bu sanırım hep böyle olmaktadır.) Tartışacağımız sorun bu değil burada; söylemek istediğimiz bu macera sırasında bu sanatın ve sanatçıların, tarihi dışlayan, var olan birikimleri görmezden gelen faşist bir daireye dönüşme eğilimine girdiğidir. Geleneğe yaslanmamak, zaten sorunlu bir geleneği olan coğrafyamızda bir özgürlük ve atılım olanağı olarak algılanmıştır. Daha resim, heykelde tam olarak bir şeyler kotarılamamış ve yerine oturtulamamışken, bunların zorlayıcılığından kurtulma yolu olarak güncel sanat yapma biçimleri kutsanmıştır. Entelektüel birikimden, tarihsel mirastan yeterli olarak beslenmemiş gençler, garip bir postmodernizm tanımlaması altında "ne olsa gider" işleri ortaya koyma hakkını kendilerinde bulmuşlardır. Gelenek boşluğu siyasal eleştiri ile doldurulmaya çalışılmış, bu çalışmalara yöneltilen eleştiriler ise muhafazakâr ve elitist bir modernizm olarak yaftalanmıştır.
Evet, imge modern dünyanın yaralı ve kusurlu bulduğu bir şey olarak her tür disiplinin dışına atılmış bir şeydir. Bu dışa atılma hadisesi bizzat bir imgesellik olarak çalışmak zorunda olan modern yani güncel sanatta bir utanç olarak dikkatlerden uzaklaştırılmak istenmektedir. Ferhat Özgür de imgeyi anlatmanın, hele hele güncel sanat içinde kullanımını anlatmanın ne menem bir şey olduğunun altını çizmiş ve büyük bir olasılıkla bunun başarılamayacağını itiraf etmiştir. Evet, oldukça zor bir iştir bu. Altından kalkamamak benim için de kuvvetle muhtemeldir. Bir de buna aslında yapılan işin, artık kendi temellerine ihanet etiği, böylece kendi meşruiyet zeminini çökerttiği gerçeği eklenirse, anlatmasak daha iyi olur sonucuna çabucak varılabilir. Çünkü bunun sonunda Duchamp gibi biz de satranç oyununa ya da ne bileyim tamamen kendimizi balıkçılığa vermemiz gerekebilir. Çünkü bu noktadan sonra devam etmek mümkün olmayacaktır. Ya da bunun başka bir yolu vardır. Aslında böyle bir şeyin olmadığını, bir mezarlık içinden geçmediğimizi gürültüler çıkararak unutmanın ve unutturmanın bir yolunu buluruz. En doğru yol ise gerçek bir şey yaptığımıza inanabilmemiz ve bunu için gerçek bir şeyleri bulmamızdır; elbette bu mümkünse.
Evet, imge yetersiz bir şeyse, elbet kendine daha çok kavramsal olanın sığınağında yer arayacaktır. Ama Hegel'in deyişiyle bu, sanatın ölümünü de beraberinde getirecektir. Hegel'e göre sanat bir dil öncesi durumu işaret etmektedir. Sanat kavrama yaklaştıkça ölümünü yaşayacaktır. Ama bu Hegel için üzüntü verici bir durum değildir; çünkü sanat kötü konuşulan bir dildir. Sanatın ölümü, aklın doğuşunu müjdelemektedir.
İşte güncel sanat ve sanatçılar böyle bir sürecin farkında olarak ve buna rağmen yollarına devam etmek zorundadırlar. Bu şizofreniye yol açsa bile böyledir. Hatta bu yarılmaların, travmaların kendisi sanatsal bir malzemeye dönüşebilir. Güncel sanat kişisel mitolojilerin, itirafların yeri ise; bunu gerçekleştiriyorsa, işte teşhir için oldukça gerçek ve dramatik bir şey bulunmuştur. İzleyicinin patolojik olana duyduğu ilgi bunu destekler. Tracy Emin, Cindy Sherman, Shirin Neshat çalışmalarını bu şekilde geliştirmişlerdir. Patolojik olan sistemin işlerliği için gerekli olan malzemenin temini için bugün iyi bir kaynaktır. Tüketime endekslenme eğilimindeki sanat için büyük miktarda malzeme gerekmektedir. Derinliğine bir tüketim olamayacağına göre, yüzeye yayılan bir nicelik artışı ancak bunu karşılar. Ama bu kişisel mitolojilerin, itirafların kralının reality showlarda olduğunu unutmakla mümkündür. Ama bu unutkanlığı diğer yarımız halledecektir.
Sanatsal alan halen bir şaşırtma imkânına sahip midir? Sahipse bile kültür endüstrisin içinde gerçek işlevini yerine getirebilir mi? Ama görünen o ki böyle bir olanaktan da umut kesilmiştir. Reklamın diliyle mücadele yerine ona katılmak bir çözüm olabilmektedir. Her ne kadar reklam imgelerinin bilinçaltını uyarmaya çalıştığı ve bunun aslında bilinci uyutma olduğu biliniyorsa da; basit bir manipülasyon işlevi, sanata yetmektedir anlaşılan. Zaten güncel sanatın şok efektlerinin tümü kültür endüstrisinin biçimleri tarafından emilmiş değil midir? O zaman kültür endüstrisi tarafından iğdiş edilmiş bu tekniklere ya katılmak ya da ondan vazgeçmek seçeneği ile karşı karşıyayızdır. Örneğin Halil Altındere'nin bienaldeki çalışması, şokun her türlüsünün artık algılama dışı olduğunu bize göstermektedir. Şaşırtma mekanizmalarının artık çalıştırılamaz olduğunun kabul edilmesiyle birlikte, sanatsal bilgilenme hala mümkün olabilir mi? Ya da bu bilgilenme sanata ait olabilir mi? Antik Yunanlılar şaşırma duygumuzun kaybolmasıyla bilgimizin de kaybolacağını düşünüyorlardı. Acaba bunun günümüzde gerçekleştiğini mi düşünmeliyiz?
Halil Altındere'nin çalışması, şaka programlarının dilinden öte bir şey getirebilir mi ? Doğrusu, şaka programlarında bu mantığa ilişkin çok ilginç şeyleri izlemek mümkündür (yanlış anlaşılmasın, kuşkulu bakışlarımın merkezinde bu pratik içinde yer alan doğrudan kendim varım). Ahlam Shibli, ya da Mario Rizzi'nin bilgilendirme biçimi ne kadar sanatsaldır? Dan Perjovschi'nin duvarlar üzerinde grafiti karikatür karışımı çizimlerini, sergi mekanının hemen çıkışında Tünel'e giden merdivenlerdeki çizimlerden ayıran ve onu daha sanatsal kılan nedir? Phil Collins'in karaoke çalışmasını, medyada benzer içerikli proğramlardan nasıl ayırırız? Kısaca sanat, gündelik bir dil kullanarak kendi varlığının ayrımına nasıl varabilir? Gündeliği kullanırken gündelik tarafından yutulmamayı ne engeller? Axel John Wieder-Jesko Fezer'in mimari ve sosyoloji ilişkisini anlatmaya çalıştığı çalışmasını gezerken şunu gözlemledim: İzleyiciler, rehberlerin açıklamalarından sanatsal çalışmaya girmeye çalışıyorlar, anlatılanlarla çalışma arasında bağlantılar kurmaya çabalıyorlardı. Ortaya konan düzenlemenin neredeyse bir önemi yoktu. Bunlara bakan, bunlardan sonuca gitmeye çalışan çok azdı. Bu doğal gözükmektedir; bu tür bir çalışmanın metnin dışında okunması nerdeyse mümkün değildir.
Sanırım bugün bir şeyin sanatsal olabilmesi için birilerinin onun sanat olduğunu yüksek sesle söylemesi gerekiyor. Sanat kendini diğer şeylerden ayırmamızı sağlayan çehresini kaybetti. Bugün anladığımız sanatsal nesnelerin kendine dayanan bir gücü olmadığıdır, bu ancak dışardan bir şeyin ona bunu yüklemesiyle gerçekleşiyor. Bu şey bir çeşit otoritedir.
Geçmişin örnekleri niye bize görkemli gelmektedir. Goya, Boticelli, Jan van Eyck ya da Ambrogio Lorenzetti niye daha derin bir gerçekliği gösterir gibidir? Bu sanatçıların yapıtları sadece lingüistik bir yaklaşımla nüfuz etmek mümkün müdür? Rönesans sanatına ait bir resim Gombrich referans alınarak ve onun gösterdiği şematizm uygulanarak çözümlenebilir, ama bu şematik okuma sanatın tüm çehresini tanımlamaz. Yani imgeden vazgeçilemez. İmge ise kavramsal ile eşitlenemez, dilsel süreçlere indirgenemez. O her zaman görsel ve duyusal bir şey olacaktır. Bilinç için bir anı değil, kendi yaşamını sürdüren özerk bir öğe olacaktır. O yüzden Adorno eleştirisi yabana atılamaz. Adorno, dili temelde sanata düşman bir şey olarak görür. "Sanatın gerçek dili dilsizdir" der. Sanat yapıtları kendiliklerinde bize kendilerini sunmalıdır. Sanatı eşya olmak tehlikesinden kurtaracak biricik şey, onun özerk ve özgün olmasıdır. Yani imgenin bir şey söylememe özgürlüğü ve olanağı elinden alınmamalıdır. Aklın nasıl spekülatif hakları gasp edilerek, düşüncenin kendisi dumura uğratılmışsa, imgenin bir şey söylememe keyfiyeti yok edilerek, bir şey söyleme olanağı ortadan kaldırılmaktadır. Bu paradoksalmış gibi görüne durum maalesef birbirinin içinden çıkmaktadır. Ve bu eleştiri Vahit Tuna, Hatice Güleryüz, Hüseyin Karabey, Erkan Özgen, Nejat Sati, Burak Delier'in çalışmaları gibi işlerin, biçimsel yanının siyasal mesajın iletilmesindeki hız ve doğrudandık kaygıları yüzünden fazla dikkat edilmediği çalışmalar için yaşamsaldır. Bu tür çalışmaların iletilerini, sosyoloji kitapları karıştırılarak fazlasıyla elde etmek mümkündür. Özgün bir biçimsel arayış yoksa mesajın içeriğine ilişkin bir artı değer de yoktur. Siyasal olan mesaj değil, aslında sanatsal biçimin kendisidir. Algılamamızda bir şeyleri genişleten içerikten çok biçimdir bu yüzden. Adorno şöyle diyor: "Hakikati direkt olarak veren sanat yapıtı, yanlış bilinç anlamında ideoloji olur". Adorno'ya göre: "Bir şeyin içindeki yanlış doğruyu alt ederse o tümden yanlıştır". Durum galiba budur.
Peki, biz imgenin açıklığıyla, ya da belirsizliği ile başa çıkabilecek durumda mıyız? Yani bu açıklığa bir dur diyecek meleklerimiz yerinde midir? Yani anlamın içinde durması gerektiği formun sonsuz esnemesiyle tüm anlamı yutması nasıl önlenecektir. Modern sanat görselliğin gerçekliği temsil yeteneğinden kuşkuludur ve buna ilişkin kandırmacalar, göz boyamalar deşifre edilmiştir. Tüm bir modern sanat görselliğin güvenilmezliği bize anlatmaktadır. Güncel sanat anlamı güvenceye alabilmek için bu açıklığı yok etmek istemektedir. Ama gelinen nokta hiç de iç açıcı gözükmemektedir. Anlamın güvenceye alınması, sanatın kendi dinamikleri çökertmekte, dayandığı zemin çürütmektedir. Yani sanat bindiği dalı kesmektedir. Hegel'in kehaneti gerçekleşiyor gibi durmaktadır. Ama sanattan umut kesilebilir mi?Bir yazıya başlamak ve bitirmek genellikle güç bir iştir. Başlangıçları ve sonları yazan olmak istemeyiz genellikle. Bunun sorumluluğu ağırdır. Bunun bir nedeni de akıp giden bir şeyi kesmek zorunda olmamızdır. Birbirinin içine giren, kıvrılan ve açılan kavramların oluşturduğu bir örgüye bir nokta koymak çok güç gözükmektedir bize şu an.
Ama yine de bir son koymak gerekiyorsa şu söylenebilir: Bugün sanatsal bir şey yaptığı iddiası ile ortaya çıkan her kişi bu gerilimin hesabını yapmalı, bu salınım içinde ayakta kalmanın yollarını aramalıdır.

Not: 2005 rh+ Plastik Sanatlar Dergisi, ı Aralık - 24. sayısında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: