15 Temmuz 2008 Salı

Sanat Sevicileri ve İstanbul Bienali

Ferruh ALIŞIR

Yaşadığım coğrafyada, “Tekelci Bienal Kabusu” olgusu nun geçmişi onlarca yıl değil.20 yıllık bir süreç. Yaşım 40. Sanırım bu, beraberinde dikte edilen “Batı” Çağdaş Sanatı'nın modern zamanlar üzerinden bizlere yolladığı bir ihbarname özelliği taşıyor ve yıllarca da taşıyacak gibi görünüyor. Özellikle genç entellektüel polemiğini “klişeleşmiş” sanat kesimine “kast sistemli sanatçı” minör denkleminde yılllarca aradı durdu. Bu, beraberinde bir “kimliklesizleşme” kavramına dönüştü, fakat içeriksezleşmedi. İçeriğinde Batı ve Modern hayatın dayattığı sorunsal,ruhsal,toplumsal nabız,tröst ticareti ve Glabal Kültür pazarı üstünden pazarlandı satıldı ve uygulandı.Çocukluğum, ve ona ait veriler İstanbulda Kuştepe, Tarlabaşı,Şirinevler, Örtaköy,Cihangir parabolünde geçti. Bilinmiş değerler ve bilindik söylemlerin herzaman Batı ve Batı tipi ,Öğrenim Eğitim, Kültür, politikaları karşısında, uzlaşmaz yerel kültür daima bu heterodoksal biçeşit Demokratikleşme Açılımıyla kendini farklı bir yerden gösteriyor. Toplumsal Burjuvazi ve kullandığı araçlar zamansal dönüşümünü global sermaye ile ilişkilendiriyor. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı bu bağlamda geçen 25 yıl içinde karşısında çok ciddi bir rakip ve rekabetin olmadığı tarihi yarımada kadastrosunda kazılarına devam ediyor.

Bu yüzden farklı alternatifsizleştirme çabaları ve desteklenen Batı konteksli çağrılı yapıtlar aynı fabrikanın ürünü. Sanırım çabası sadece bir renk aramak olan sanatsever kitleler ve yaratılmaya çalışılan yeni muhafazakar tüketici kitle için hertür müzik resim heykel fotograf plastik görsel işitsel sanat ürünü bir çeşit “Çağdaşlaşma” adı altında tarihi Sanat Tarihinden daha eskilere dayanan İstanbul Merkezinde bu yılda karşımıza çıkacak. Ve bilindik zamansal önermelerini tekrarlayarak...Doğrusu yıllar içinde Bienal Karşıtı sağlıklı reaksiyon çıkmamamsı eleştiri almamamsı artık bunu “körler sağırlar biribirini ağırlar” mantığının ötesine geçiremedi.Çekirdek bir aile mensubuydum halen öyleyim. Benim parabol çizip anlattığım coğrafylardan sadece ve sadece karşıma çıkan ilk sergi ziyaretim Cihangir de 1986 da başlayıp halen devam etmektedir.


Çağdaş sanat denkelemi içinde bir çeşit taşeron yüklenici görevinden çok deyim yerindeyse şantiye şefiliğine soyunmuş “Kuratör” olgusu; yaşadığımız 2000 li yıllarda sanat-sanatçı ilişkilerinde öne çıkmaya çalışan ama ulusal değerlerde seçicilik görevi misyonunu aşamamaış görünen bir seçkinler sınıfı ve bu sınıfın kurduğu seçicilerden oluşan pratiklerde hayat bulmaya çalıştı. Bu Global Kültür politika sı yerelliklerini tanıyamadan pek çok Anadolu Gençlerini de peşinden sürükledi kullandı ve merdiven altına itti. O gençlerin pek çoğu şu an yapılacak Bienal Seçkisi içinde aynılaşmış olguya hizmet edecekler. Beyinleriyle enerjileriyle.Varoluşssal bir paradigma gibi seçen-seçilen denkleminden düşen eksilen veya ötekileşen, caddeler, kamusal alanlar hiç birzaman hiçbirşekilde bu kültürel olgunun bir parçası olmadı, olamadı, olmayacak gibi...Çağın değişen yüzü sadece Dünyayı izlemekten geçmiyor. İçine dahil olabilenin peşine düşüyor sanatçı;bilmediği boş,ama bir inancı temsil ederek clublaşan ,Dünyanın tepkileri Ekosistem İflası ve bu iflasın getirdikleri sanırım günümüz sanatçısının konvansiyonel bakışında yok. Tüketim Kültürü oluşturmak ancak ve ancak Üretim Kültürünü düşünmek ve sorgulamaktan geçiyor.Günümün yirmi yaşındaki genci, doğumuyla birlikte, Çağdaş Sanat 'ı tümüyle izleyebildi ; tüketebildimi? Yirmi yaşındaki TC gençlerini bu vizyonda sanatla buluşturmak kamusal alanda çağdaş sanatı paylaşmak hiçbir zaman gerçekçi olamadı.Kuratör' ün Çağdışı varoluşu bu Osmos u devredışı bıraktı.

Bir serginin seçiciliği, ana konu başlığı ve aurası nasıl oluşturulur?Düşünsel yönden belirlenecek konvansiyonel kitle platformu hangi koşullarda, kitleyi nasıl katmakla oluşur. Katılım dışında kalanlar bu platformun neresindedir? Ve çağdaş sanatı nasıl okuyacaklardır? Örneğin Kuzey Avrupa da yaşayan üreten bir sanatçı Ortadoğu veya kült bir İslam Kültürünün neresinde buluşacaktır kitleyle? Sanırım hiçbir yerinde. Üçüncü dünya Kültürü ve bu Kültürün entegrasyonunu bir şekilde parçalamak kolajlar oluşturmak (hatta Deprressif bir Şizofreni ile) mümkünü olmayan bir okuma sunmaktadır. Avrupa bu kültürü ithal ederken sözgelimi pekçok yerel kaynağın “Anonimleşmiş” varyasyonlarını tüketecektir. Yabancı Kültür kendini Global Kültür üzerinden içselleşecektir. Sonuçta İnsan için yapıldığı düşünülen olgu, temelde insanı sistemli bir kadavraya dönüştüren Laboratuvarlarda Batı 'nın terapistliğine hizmet ediyor. Batı iyleştirmesini istediği hastalıkları bir başka coğrafyada Multicultur üzerinden denysel tedavi yöntemleriyle çözmeye çalışacaktır. Yirmi yıllık bir tedavide Batı merkezli sanat dışında Hiçbir şekilde 3.Dünya Kültürüne kapı açılmaması çok vahim ve düşündürücüdür!

Ortak Pazar Kültürü, Avrupa Birliksizliği biryerde denenmiş hezimetler club kültürüdür. Demokratik açılımların beşiği sayılan Avrupa Kıtasın da toplumsal yaşantı bireylerin oluşturduğu demokratik hak ve taleplerin savunulduğu bir coğrafya. Yirmi yıllık ortak pazar rüyasında artan yeni muhafazakar milliyetçi trend, karşısında hiçbir şekilde uzlaşmacı bir tavıra bürünmezken bilinen en kutsal uzlaşma değeri hala 'işgal' kültürünü merkez alıyor. Eski tabiriyle emperyalist güçler korosunun orkestrası biz 3.dünya ülkelerine aynı tınıyı sunuyor.Kişisel olarak benim için Avrupalı Sanatçı nın varlığı olumlu umut vaadetmiyor. Pasifik ötesi kurumlarda bu durum dahada vahim. Kitle propaganda araçları toplumsal hiyeraşi için çalıştığı sürece Barış ve ona ait değerlerde bir değişim olacağı kanaaatinde değilim. Savaş kültürü ve sanayisi yıllarca sayısal verilerde büyük pay sahibi olmaya devam ediyor. Söz konusu bu tablo kafamda iyimserlik duygusu bir yana dipsiz bir karanlık çağın başladığına beni ikna ediyor. Kültürler arası din,dil,ırk gibi kavramlar kendilerini daha muhafazakar merkezlere kaydırdı. Dünya gelir dağılımındaki adalet düşüncesi, eşitsiz ve dahada derinleşen bir kaos ortamı yaratıyor.

Yaptığım analizin, belirli yerlerde amacı kötümserlik tadı vermek değildir. Çağdaş -Çağdışı Sanat, herne şekilde karşımıza çıkarsa çıksın unutmamalıyızki baktığımız aynada göründüğümüz yer Çağın dışı olacak. Çağın içindeyse Batı ve Kültürü için yaşamsal refah alanları sunulmaya devam edilecektir. Bizim için değil! Batı için!



Küratör Tavrı ve Güncel Sanat

Kayıtlı Sanat Tarihinden daha da eskidir sansür. Düşüncenin tehlikeli kıvrımlarıdır; iktidar ,egemen güçler,emperyaller vs... için.Otoriter güç, özgürlüklerin biçimlenmesinde ölçü koyar. Sanatın sınırsızlığı, sonrasız sonsuzluğu; düşünceyi hep beslemiştir. Ayakta kalan yapıt zama nın ölmüş tozları arasından bizlere sırıttıkça “yeni” hep tartışılır olacaktır. Üretilen yapıt,ürünün kendine artı değeri, ancak ve ancak içinde barındırdığı “cüret” ile ölçülegelmiştir. Sanat tarihinin derin ve loş koridorlarında gezinen düşsakinleri gibiyiz. Kimse bize nerden temas ettiğini açıklamıyor. Fikirsel eser kirliliği ve yaşamsal eksiklikler sanatı bir varlıksal kesimin kontrollü oyunu haline sokmakta. Belli kurallar ve kurumlarla. Bu tavır belirli yönde içerik sorunu, dahada derin olarak seçicilik sorununu ister istemez gündeme oturtuyor. Seçili aura nın keşfi birlilerinin öteki, ötekilerin ise birilerini “rahatsız” etmediği ortam oyununa dönüşüyor. Kültürel sahipsizlenme yersizlik, yurtsuzluk kavramlarını toplumumuzda yeteri kadar sorgulayamadığımız anlamına karşılık bulabilir.
Yeni toplum kuramlarının, güncel sanat seçiciliği üzerinden “moderatör” saplantısına dönüşmesi bir sanatçı teslimiyeti sorusunu barındırıyor. Düşünsel özgürlük sınırlarında inşa edilen “istenen sanat” arz edilerek, talepler ise gözardı edilecek kadar “manipüle” edilebiliyor. Bir çeşit güncel düşünce üretiminde “biçimsel” denklemler kuran milli sanatçılarımız kendi hiyeraşik yapısını gene milli şartlara göre belirliyor. Bireysel sanat üretiminin toplumsal açmazlara hizmet etmediği bir ortamda para ve değerlerinin ne derece kültürel olgulara güç oldukları çok açık ve net. Modernizmin başlangıcı kadar, onu besleyen kollektif üretim biçminide ele almak sanırım doğru saptama olacaktır. Bilgi ve kullanımı toplumsal yüzeyde çokda derinlere inmeden , planlama mantığı ekseninde karşımıza çıkan bir çeşit toplumsal mimarlıkla ekonomik analitiğine mahkum bireyler ortaya çıkartmıştır. Karş

ımızda duran aniden yükselen binalar yollar kurumlar kuşatıcı trafik ruhsal bozukluklar ve açtığı yaralar iklimsel değişimle harmanlanınca Dünya mız da “felaket” çanlarına gerek olmadan yaşanan acı ve dehşetle karışık görüntüler bizim en önemli plastiketimiz oldu.
Modernizm ve 3.Dünya farklı bir otoban olmadan buluşmayacak. Hatta yan anlamıyla bir Dünya Sanatı için ne yapılabildiği ortadadır.

08.08.07



Hiç yorum yok: