28 Mart 2009 Cumartesi

Kültürün Ulusal Başkenti

Ferruh Alışır
2009 bütçesi 805 milyon 167 bin YTL'ye ulaşan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi, 'Sahne Senin İstanbul' mesajı ile görücüye çıkıyor. Projelerin onda yedisi, onarıma ayrılmış...
Kent dokuları içinde kendine has bir enerjisi var İstanbul’un. İçinde barınan yapay modern kültür dokusundan gelmez bu enerji. İçinden çıkan sokak ve onu kuşatan yaşamı sahiplenenlerden geliyor. Steril alanlar, düzenli kent yakasından gelmez... Şimdi “Kentsel Dönüşüm” peşinde koşan “Rentable” ilkel kapitalist talanına şahitlik yapıyor. Sulukule,Tarlabaşı, Dolapdere, Selamsız, Yeni Sahra ve Ayasofya’nın yanı başında 1. dereceden SİT alanı içinde yapılan 60 yıldızlı otelcikler. Vahşi kapitalizmde göz doymak nedir bilmeden koca koca ihaleleri, kültürsüzlüğü, yeni görme yeni yetme yeni muhafazakârlığın yükselen bir değeri haline getirilmeye çalışılıyor. Yüzlerce kez yıkılan, satılan İstanbul aslında rimellerini gözleri yaşardığı için silmiyor. On beş milyonluk kent övünmesiyle on beş milyon kez tecavüz edildiği için rimelleri ıslak. İstanbul ve kültürsüzlük iç içe. Bir yerin yerlisi olan, bu kentin değişimini yıldan yıla görünce gitti. Gidebilen tabii. Gidemeyen İstanbullular da gördüm.
Kültürün, ismine kattığı değer ile ortada dolaşan varlıksal kesimin hiçbir alanda bütünleşemediği bir sınıf; üretici işçi sınıfının yaşamsal bağları zayıflatıldıkça bu enkaz kaldırılacak gibi değil artık.

İstanbul'un Kültür Başkenti olması bence hiç şaşılası değil hatta geç kalınmış bir detay olarak görüyorum. Medeniyetler arası uçurum global kültürün en önemli paradoksudur. Özelinde 2000’li yıllar hep bununla iç içe olacak gibi görünüyor.
Unutmadığım, 10- 12 yıldır bayram tatillerinde toplu taşıma araçlarının ücretsiz yolcu taşıması sırasında yaşadıklarımdır. Bu bayram günlerinde kent dışındaki varoşlardan fırsatı bilen gezginler hiç görmedikleri Taksim’e, Kadıköy’e, Nişantaşı’na Beşiktaş’a, başkalaşmış E.T. gibi gezinmelerindeki nedeni anlamamak imkânsız. Gün gibi ortadaki sorun, bununla “medeniyetleşme” çabalarının yerel istismarı gibi görünüyor. Global kültürün taşıyıcı ayaklarından biri olan ve Batı tarafından dayatılan ve kendi çekiciliğine bizim de sahiplenmeye çalıştığımız modernist paradigma; Türkiye halkının büyük bir kısmına kapalı. Örnek olarak kültüre bir ailenin ne kadar harcadığı ortada iken varlıksal sınıfın kendi arasında bir eğlenceye dönüştürdüğü sanat ve tüketimi ise yeteri kadar samimi ve yaygın olmamıştır.
Tadilat talanı gerçeği ortada iken sivil kitlenin yaşadığı tarihi yapılar her on yılda bir yerel yöneticiler tarafından rant haznesi olarak kullanılıyor.
Avrupa Birliği bize ; “Kentlerimiz yüzyıllardır insanlara ışık saçmış, büyülemiştir. Kültür Başkenti adaylığında, kentin tarihi mirasının değerlendirilmesi ve buna kent halkının da katılımının sağlanması konusunda kesin teminat verilmelidir...” demişti. O teminat, inandırıcı olmaması bir yana gerçekleşmeyen ütopya gibi. Sanat bienallerinde, festivallerde, kültür eksenli etkinliklerde karşımıza çıkartılan, menekşe kart, lale kart, imtiyazlı kart olarak ATM’ler deki zihniyetin paralelinde sunulan sanat, tecimsel olmaktan öte ilkel kapitalist mantığın eseri olarak durmaktadır.

Ulusal kültür, kendi açmazlarına kaynak bulma çabası içinde. Bu kaynak, korkarım gene eğlenceli sanat yapanların, tadillerine ve projeciklerine verilecek olsa da yazılacak çok şey var. Ülke sanatçılarının global kültür atlasındaki durumu ve saygınlıkları konusunu bir tarafa bırakırsak, yeni sanat dallarına kapalı devre kalmamız kaçınılmaz olacaktır. Ve kâhin dediğin bir büyüsel ayinde kendine geçici kalan tüm metaforların içinden seslenecektir. Parsellenen gerçek küresel mali krizin boncukları gibi “sanatçıların” ın boynunda kendini gösterecek.

Paranın bir güç gibi algılandığı toplumlar da kültür, meta-kültürsüzlük haline dönüşür.

Hiç yorum yok: